27 Nisan 2025 07:25

Demokratik hak ve özgürlükler güvence altında değilse hiçbir hak korunamaz

İşçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyi kendisi dışındaki sınıf ve toplumsal kesimlerin taleplerine ne kadar sahip çıkacağını da belirliyor. Bunun için azami emek vermek de bugünün önemli görevi.

Demokratik hak ve özgürlükler güvence altında değilse hiçbir hak korunamaz

Fotoğraf: Evrensel

Arzu Erkan
Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı


Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edildiği günün ertesinde gözaltına alınması, geniş toplum kesimleri açısından Saray rejiminin antidemokratik uygulamalarında kritik bir eşiğin aşılması şeklinde yorumlanmış, öncesinde yaşanılanlar da üzerine bina edilince açığa çıkan tepki hayli güçlü olmuştu.  Erdoğan-Şimşek programının derin bir yoksulluğa ittiği halk kesimleri ülkenin dört bir yanında bu irade gasbına karşı meydanları doldururken, bu eylemlere en kitlesel katılım ise ellerinden çalınmak istenen geleceklerine sahip çıkan gençlerden geldi. Üniversite gençliğinin her türden devlet şiddetine karşı kararlı duruşu tek adam yönetiminin uygulamalarına duyulan öfke ve hoşnutsuzluğun fitilini ateşlerken, demokrasi ve özgürlük talep eden farklı toplumsal kesimlerin yan yana gelmesinin de zeminini hazırladı. 

Fakülte fakülte yan yana gelen, forumlarda birlikte karar alan ve uygulayan üniversite öğrencileri akademik boykotlar örgütlerken, takipçileri liseliler ise öğretmenlerinin sürgün edilmesine karşı okulları eylem alanına çevirdiler. Üniversiteli ve liseli gençliğin mücadelesi farklı biçimler altında sürerken, genç kuşakları da dahil olmak üzere işçilerin bu eylemlere katılımı ise en çok tartışılan başlık oldu/olmaya da devam ediyor. Tek adam düzenine son vermek, demokratik bir ülkeyi birlikte kurmak için miting kürsülerinden “genel grev genel direniş” çağrısı yapan gençlerin bu çağrısı (şimdilik) yanıtsız kalırken, protesto gösterilerine katılsın ya da katılmasın sendikal bürokrasinin tutumunun geniş işçi kesimleri tarafından dün olduğundan daha fazla tartışıldığının altını çizelim. Türk-İş Başkanlar Kurulunun hiçbir şey söylemeyen açıklaması, DİSK’in eylemlere katılımını kadrolarıyla sınırlı tutması, Hak-İş’in iktidar yancılığı, her biri işçiler açısından önemli tartışma başlıkları. Henüz sendikal bürokrasinin egemenliğini kıracak bir örgütlülüğe sahip olamasa da baskı ve yasaklara karşı gelişen bu toplumsal hareketin daha çok işçiye “Nasıl yapmalı” sorusunu sordurduğu aşikar.

Protesto eylemlerine katılan gençlerin işkence ile gözaltına alınmaları, tutuklanmaları herkes gibi işçilerin de gündemi. Yargılamada bir tedbir olması gereken tutuklama kararlarının bu kadar ‘rahat’ çıkması işçiler açısından eleştiri konusu olduğu kadar, örgütsüzlüğünün bir sonucu olarak endişeleri de artırıcı bir rol oynuyor. Eylemlere örgütlü gruplar halinde değil de bireysel katılım gösteren işçiler kadar katılmayanlar açısından da polis şiddeti, gözaltı ve tutuklamaların bugün için kaygı verici olduğunu söylemek mümkün. Bu kaygı ve endişelerin bireysel ve tek tek katılımlardan çıkıp örgütlü katılımlara dönüştüğünde tıpkı gençlik kesimlerinde olduğu gibi hızla tuzla buz olacağı da ‘Biz de onlar gibi kalabalık şekilde katılsak kimse bir şey yapamaz’ sözlerinde görülüyor.

"Birlikte hareket edemezlerse ne işlerini koruyabilirler ne sendikal bürokrasiyi aşabilirler"

Bugün işçilerin, Erdoğan-Şimşek programı ile ücretleri baskılanıyor, esnek ve güvencesiz biçimlerde çalıştırılıyor, eğitim-sağlık başta olmak üzere kamusal hizmetlere erişimi kısıtlanıyor, barınma bir hak olmaktan çıkarılmış durumda. Sendikasız işçiler açlık ücretine mahkum edilirken, sendikalı olanına sözleşme masalarında sefalet ücreti dayatılıyor, grev kararı alınmadan kalkılan bir TİS masası neredeyse yok. Ekonomik krizin yükünün işçilerin sırtına yıkılması yetmemiş olacak, İBB operasyonlarının “öngörülen” 50 milyar dolarlık ekonomik maliyeti de cabası. Lakin, bu tablo sendikal bürokrasiye lanet okuyarak değişmez. 

Kriz, pazarda daralma gerekçesiyle her sektörden işçilerin işinden, ekmeğinden edildiği bir ortamda işten atılma kaygıları elbette anlaşılır, fakat altı çizilmesi gereken bir nokta var. O da işçilerin birliği olmadıkça gerçek bir iş güvencesinin de asla sağlanamayacağı. İşçilerin azımsanmayacak bir bölümü, kriz süreçlerinde korkarak, sinerek, geriye çekilerek hiçbir işçinin ekmeğini koruyamayacağını deneyimleyeli çok oldu. İşçiler, çalıştıkları fabrikadan başlayarak talepleri etrafında birleşemez, birlikte hareket edemezlerse ne işlerini koruyabilirler ne sendikal bürokrasiyi aşabilirler ne de haklarını elde edebilirler. Elde edilen hakların korunup geliştirilmesi ise demokratik hak ve özgürlüklere ne kadar sahip olduğumuza bağlıdır. Eğer bir ülkede söz, basın, sendikal ve siyasal örgütlenme, seçme ve seçilme, düşünceyi ifade etme hakkı gibi demokratik hak ve özgürlükler güvence altına alınmamışsa, bugün elde edilen (ekonomik olanları da dahil) hiçbir hakkın korunması ve/veya geliştirilmesi mümkün değildir.  

Demokrasi mücadelesini kararlılıkla sürdürebilecek yegane sınıf olarak işçi sınıfı elbette ki başka sınıf ve toplumsal kesimlerin sorunlarına sahip çıkmalı, birlikte mücadelenin koşullarını yaratabilmelidir. Baskı, yasak, gözaltı, tutuklama dahil her türden saldırıyı püskürtecek olan da böylesi bir mücadelenin ön cephesinde yer almayı başarabilecek bir örgütlülüktür.

İşçiler; gençlerin, üretici köylülerin eylemlerini takip etti/ediyor. Değerlendirmelerinde yer yer öykünmelerin de olduğunu söylemek mümkün. Tartışmasız, kararlılıkları, dirençleri, her türden polis şiddetine, hatta tutuklamaya karşın baş eğmeyen tutumlarıyla üniversite gençliği, mart protestolarının merkezine oturdu. İşçiler, üniversiteli gençlere biçilen geleceği sadece çocukları, eş dost akrabaları üzerinden bilmiyor. Fabrikalarda bu geleceksizliğe tanıklık da ediyor. Ataması yapılmadığı için üretimde çalışan öğretmenler hiç de az değil. Mühendislik mezunu gençler fabrikalarda asgari ücretin çok az üzerinde bir maaşla çalıştırılıyor. Kocaeli gibi sermayenin yeni ve gözde lojistik merkezlerinde kurulu depolara her gün yüzlerce üniversite öğrencisinin yevmiyeci olarak geldiğine bizzat tanıklar. Lakin bu tanıklıklardan yola çıkarak sadece lafla “Haklılar”, “Geleceksizliklerine isyan ediyorlar” demek yetmez.  Her dört üniversiteliden biri işsizken “Sokağa çıkmayıp da ne yapacaklar” sözleri de sadece duruma onay içerir ki, asla kafi gelmez. “Bunlar fen lisesini kazanmış, kolay mı” diyerek öğretmenlerine sahip çıkan liselilere alkış tutmak sorunları çözer mi? Ya da Yozgatlı çiftçinin “Helal olsun” sözleriyle desteklenmeye ihtiyacı ne kadar vardır?      

"Bugünün ihtiyacı ortak mücadeledir"

Üniversite öğrencilerinin demokratik, özerk üniversite talebi, üniversitelerin sermayenin çıkarına hizmet eden kurumlar olmaktan çıkarılıp, halk için bilim üreten kurumlar haline getirilmesi talebi işçilerin de sahiplenmesi gereken taleplerdir. Parasız, bilimsel, laik, demokratik eğitim isteyen, çocuk işçiliğini meşrulaştıran, çocuk emeğini sermayenin hizmetine sunan MESEM’lere karşı çıkan, çocuk işçi cinayetleri son bulsun diye mücadele eden liselilerin talepleri işçilerce görmezden gelinemez. Girdi maliyetlerinin yüksekliğine, mazot, gübre ve tohumda dışa bağımlılığa hayır diyen, borç yükü altında inim inim inleyen üretici köylülerin talepleri onlar kadar işçiler için de elzem. Bugünün ihtiyacı en acil, en yakıcı iktisadi ve demokratik talepler etrafında ortak mücadeledir. Artan saldırganlık karşısında bu artık kaçınılmaz ve ertelenemezdir. 

Kuşkusuz, işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyi kendisi dışındaki sınıf ve toplumsal kesimlerin taleplerine ne kadar sahip çıkacağını da belirliyor. Bunun için azami emek vermek de bugünün önemli görevi.

Evrensel'i Takip Et